Ana içeriğe atla

KARANLIK GECE




Güneşin ışıkları sönmüştü artık. Gecenin karanlığını aydınlatan, birbirlerine ne çok ne yakın olan yıldızlardı. Adeta birbirlerine göz kırparak ışıldıyorlardı. Beyazın farklı tonlarında, farklı birer renk cümbüşünü oluştururlarken geceyi aydınlatmakta birbirleri ile yarış halindelerdi. Kimin en fazla aydınlattığı bir bilinmezlikte iken aynı anda başka bilinmezliklere de ev sahipliği yapıyordu bu gece.
Sâhi neresiydi burası? O neden buradaydı? Bu ıssız yerde, ıssız zamanda...

Yürüyordu, uzun zamandır yıldızların arasında yaptıkları aydınlatma yarışından bihaber yürüyordu. Halinde yorgunluk belirtisi de yoktu. Yoksa daldığı düşüncelerden dolayı yürüdüğünün farkında mı değildi? Simsiyah ayakkabısı, pantolonu, gömleği, ceketi; gecenin karanlığında kamüfle olmuş, sol bacağında hissettiği ağrı ve yürüyüşüne yansıyan dengesiz adımlar ayırıyordu onu gecenin sessizliğinden, hareketsizliğinden. Etrafına şaşkın, korkak ve tedirgin bir halde baktığı yuvasından kaçmak istercesine çıkan büyük, iri gözlerinden anlaşılıyordu. Öyle ki korktuğu zamanlar gözkapakları titrerdi. Göz kapakları şu an da da titrerken onlara engel olmakta zorlanıyordu çünkü nerede olduğunu bilmiyordu. Korku mahzeninin giriş kapısında yazılıydı: Bilmemek. İnsanların en sık kullandığı kapı olmalıydı ki birbirlerinin fikirlerini ezmeye çalışırken oldukları yere saymaktan başka bir iş yapmıyorlardı çünkü bilmiyorlardı. İçini kaplayan merak onu mahzenin derinliklerine doğru sürüklerken kalbi gümbür gümbür atıyordu. Uzun, pis, karanlık bir bölümde ilerledikten sonra mahzenin merkezine doğru geldi, etrafına detaylı bir göz gezdirdiğinde içeride bilgililerin de olduğunu gördü. Bunların vücutlarındaki prangalar ise bildiği halde bildiklerini yapmamalarıydı. Bu uzun, karmaşık ve yorucu düşüncelerden ani bir ayrılışla etrafındaki uzun boylu, kalın gövdeli, sık ağaçlardan çıkarım yaparak ormanın derinliklerinde bir yerde olduğunu fark etti. Haklıydı, vücudu ormanın derinliklerinde, ruhu düşüncelerin derinliklerinde yol alıyordu... 
Uzunca bir zaman yürüdükten sonra soluklanmak amacıyla ilk kez durmuştu. Derin bir nefes aldı, etrafına tekrar göz gezdirirken neden burada olduğunu düşünüyordu. Kendisini tatmin eden bir cevap bulamayınca karşısındaki ağaca doğru istemsizce bir yönelimde bulundu. Ağacın yanına geldiğinde başını ağacın tepesini görmek için yukarı doğru kaldırdı. Ağaç öyle uzundu ki boynunda ufak bir ağrı hissetti ve kendi kendine küfürler etmeye başladı ancak içinde bulunduğu durumun saçmalığından kurtulup tekrar derin nefesler alarak sakinleşti. Diğer ağaçlara doğru baktığında onların da bir hayli uzun olduğunu gördü. Buradaki ağaçlar neden o kadar uzun diye cevabını veremediği bir soru sordu. Kendi kendine tekrar sordu, bir müddet düşündü ancak yine cevaplayamadı çünkü nerede olduğunu, neden burada olduğunu dahi bilmiyordu. Olaya iyi yönden bakarak belki de hayatında ilk kez bir şey hakkında soru sorduğunu, düşündüğünü, sorguladığını farketti. Yüreğinin derinlerinden gelen bir ses "İyi ki buradayım " diyordu...
...

Yıldızlar yerini bembeyaz bulutlara bırakıp dinlenmek için ayrılmışlardı bulundukları yerden. Bir müddet sonra da karşı tepelerin ardından güneş yükselmeye başlayıp bulutların arkasında saklambaç oynarcasına bir gözüküp bir gözden kayboluyordu. Yüzüne vuran güneş ışınları onu uyandırmakla kalmayıp etrafını daha iyi gözlemlemesi için uyarıyordu adeta. Uyuyup kaldığı o koca ağacın altında sadece yeni bir güne değil yeni maceralara da uyanmıştı. Şimdi her şey daha da netleşmeye başlamıştı. Burası büyük, sessiz, ıssız bir ormandı. Ağaçların iri yaprakları ve kalın dalları görme sınırını azaltıyordu. Buraya nasıl ve neden geldiğini kendine tekrar sormaya çalıştı ancak yine mantıklı bir cevap bulamadı. Öte yandan guruldayan midesi yemek yemesi konusunda ona bir uyarıda bulunuyordu. Etrafını gözlemlemeye koyuldu ki yemek ihtiyacını karşılayabilecek bir şeyler bulmak için. Gözlerini hafif bir şekilde kısarak daha keskin bir şekilde görmek amacıyla başını bir o yana bir bu yana çevirirken hiç beklemediği bir görüntü ile karşılaştı. Karşısında, ağaç yapraklarından tam da net göremediği bir yerde yaşlı bir adam vardı ama ne yaptığı bu mesafeden anlaşılmıyordu. Ayak parmaklarının ucunda ,bale yapan birini andırırmışcasına bir yürüyüşle, adama doğru sessiz ve dikkatli bir şekilde yaklaştı. Adam heyecanlı ve sert bir şekilde ağaçla konuşuyordu. Konuşacak başka kimsecikler yok muydu ki ağaçla bu denli heyecanlı bir şekilde konuşuyordu? Farkında olmadan hızlı adımlarla yaşlı adama doğru yaklaşmaya başladı ancak ne olduysa bir anda oldu ve düşüp yere kapaklandı. Bir anlık hatası sert bir şekilde düşmesine ve bacağının uzun, ince bir kesikle kanamasına neden olmuştu. Ardından hissettiği acı ile istemsizce bağırmıştı. Ani bir refleks ile bağırmayı bırakıp bacağını kendine doğru çekti, yarasını inceledi. Hafifçe yerinden doğrularak kalktı, neyse ki ayağının üzerine basabiliyordu. Bu sırada ağrısını unutup meraklı gözleriyle yaşlı adama doğru baktı ama göremedi. Yaşlı adam bulunduğu yerden ayrılıp ormanın derinliklerinde kaybolmuştu.

Bir müddet yürüdükten sonra yorulduğunu hissedip biraz soluklanmak için kalın gövdeli, uzun dalları olan yaşlı ağacın toprağın altına uzanan kalın kökünün üzerine oturdu. Kök, nemli bir yapıya sahip olup yaşam belirtisini kesin bir ifade ile gösteriyordu. Kendisi de bir yaşam belirtisi gösterip yaşlı adamı bulmalı ve onunla konuşmalıydı. Çünkü kendini yapayalnız hissediyordu bu koskoca ormanın içinde...

Yine derin düşüncelere dalmıştı. Sâhi neden burada yalnız bir şekilde ağaçlardan dökülen yapraklar gibi oradan oraya savruluyordu. Düşünmesi kendini rahatsız hissetmesine, tedirginliğinin artmasına, kalp atışlarının hızlanmasına neden oluyordu ama aynı zamanda bir şeyleri öğrenmeye de başlamıştı. Neyi mi?

Kendisini...

Zaman kimi zaman azgın bir şelale gibi hızlı kimi zaman engebeli yollarda kulakları sağır ederek ilerleyen eski bir traktör kadar yavaş ilerliyordu. Hızı göreceli olsa da sonuçta zaman ilerlemiş ve bunun farkında olan güneş yavaş yavaş karşı tepelerin arkasına saklanmakta idi. Artık yiyecek bir şeyler bulmalı, karnını doyurmalı sonra kendisini koruyacak bir yere geçmeliydi. Hepsinden önce korunacak bir yer olarak karşısındaki ağacı seçmiş, sıkı ve birbirine sarılmış yaprakları ona güven vermişti. Ağaca tırmanmak için daha güçlü olan sağ ayağını uzatmasıyla kendini yerde bulması bir olmuştu. Ayağındaki ayakkabının tırmanmaya uygun olmadığını anlaması biraz geç olmuştu. Neyse ki dengeli bir şekilde düşmüş, büyük bir sıkıntısı olmamıştı. Dersini alıp ayakkabılarını çıkarmış, iplerini pantolonuna bağlayıp tekrar tırmanmaya başlamıştı ki bu sefer de eliyle dalı sıkı kavrayamadığı için dengesini kaybedip tekrar yere kapaklanmıştı. Karınca misali düşüp kalkıyordu. Başarmak için pes etmeden, tekrar tekrar deneyerek engelleri aşmayı öğrendiğinde ağacın kalın dalları arasında oturup rahat bir nefes almıştı. Kendisiyle gurur duydu, derin bir nefes daha alarak göğsünü şişirmiş, omuzlarını yanlara doğru genişleterek kendini daha güçlü bir görünüme bürümüştü. Belki de buraya geldiğinden beri bu duyguyu ilk kez yaşamıştı. Açtı, susuzdu, yorgundu ancak kendini güçlü hissediyordu. Gözleriyle uzaklara çok uzaklara baktı. Hafifçe yüzünü okşayan rüzgara teşekkür eder gibi bir gülümseme belirdi yüzünde. Bu ormana içten, samimi bir şekilde teşekkür etti. Kim bilir daha neler çıkaracaktı karşısına bu gizemli orman? Karnının kalın bir sesle guruldaması ile yeniden kendine geldi. Sanki az önce kanatlanıp başka bir aleme göçüp gitmişti de şimdi oturduğu dala dönmüştü. Üşüdüğünü hissetti, ceketinin fermuarını çekti, başlığını dalgalı saçları bozulmadan özenle başına taktı. Siyahlara bürünmüş bir ajan gibiydi. Birden aklına tekrar yaşlı adam geldi. Neredeydi galiba o yaşlı adam? Bu merakını gidermek için geceyi burada geçirdikten sonra gün doğar doğmaz onu aramak için yola koyulacaktı. Kendine bu hedefi koymuş, bu hedefin yolunda ilerleyecekti.

Biliyordu:
"Yola çıkıp varmayan; yoldan çıkıp varan yoktur."

Uyanma sebebi güneş ışınlarının yüzüne vuran sıcaklığı değildi çünkü etrafını kaplayan yapraklar bunu engelliyordu fakat guruldayan karnı bu kadar merhametli değildi. Onun ilk hedefi ise karnını doyurmak değil ruhunu doyurmaktı yani yaşlı adama ulaşıp onunla iletişime geçmekti. Bu amaçla dikkatli bir şekilde ağaçtan indi ve karşısındaki ağaçların açmış olduğu doğal yoldan ileriye doğru yürümeye başladı.

Uzun zamandır yürümekte ve düşünceler evreninde gezegenler arası uzun bir yolculuktaydı. Aniden içinde bir korku ve endişe birikti. İstemsizce olduğu yerde çakılıp kalmış, sağ ayağını küçük bir adım dahi ileriye atamıyordu çünkü kanını donduran, aşağısını göremediği bir uçurum ayaklarının altındaydı. Bedeni ikiye bölünmüştü sanki ön tarafı korkuyordu ama arkası güven doluydu. Vücudunu kıpırdatmadan sadece başını çevirerek arkasından gelen küçük sese baktı. O da kimdi? Uzun boylu, iri yapılı, kendisi gibi siyaha bürünmüş birini gördü. Duruşu güven veriyordu bu gizemli kişinin.
Gözlerine baktı, gözleri ayaklarının altındaki uçurumun derinliğinden daha derindi... Ani bir hareketle eğildi, sırtındaki siyah, deri kaplı çantasını yere indirdi ve açtı. Çantasının içindekiler de neydi? Kalın bir yay ve onlarca ok vardı çantasında. Bunları gördükten sonra içini yeniden bir korku kapladı. Sende kimsin diyebildi tedirgin bir şekilde.
- "Adın ne?"
Cevap gelmedi. Hâla çantasıyla uğraşıyordu. Siyah kapişönlu adam aniden yayını kaldırdı ve oku ona doğru yöneltti. "Yapma" diyecekti ki aniden göğsüne gelen ok onun bayılmasına neden oldu. Gizemli kişinin fırlattığı  okun ucundaki ipler onu kollarından ve bacaklarından sarmalayıp kendisine doğru çekmişti.  Bir müddet baygın halde yerde kaldıktan sonra üzerinde sanki tonlarca yük hissettiği göz kapaklarını yavaşça açtı ve karşısında yine o gizemli kişiyi görmüştü. Sadece bıçak gibi keskin gözleri gözüküyor ve karşısındaki kişiyi etkisi altında bırakmaya yetiyordu.

Peki kimdi bu gizemli kişi?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

OK

   O gözlerde esir kalmamak elde değildi, keskin ve etkileyici... Dostuna güven, düşmanına korku veren bir çift göz. Ona güven veriyordu ki kendisini dost sayıyordu. Şimdi kendini yeniden güvende hissetmiş, içi bir nebze daha ferahlamıştı. Artık gözlerin etkisinden çıkıp etrafıma göz gezirmeli, başından neler geçtiği hakkında ufakta olsa bir fikir sahibi olmalıydı. Gizemli kişi kuvvetleri kollarıyla ani bir hareketle onu omzuna kaldırdı ve sanki omzunda hiçbir ağırlık olmamışçasına ilerlemeye koyuldu. Bu ona bir hakaretti, onun kadar güçlü olmasa da ağırlığı ve varlığı bu denli hissedilmeyecek kadar zayıf değildi. Bu düşünceyle, sonradan pişman olsa da, gizemli kişinin omzuna doğru yumruklar atmaya başladı fakat daha büyük bir hakaret edermişcesine oralı bile olmadı gizemli kişi. Artık kendisini ona teslim etti ve yaşadığı olaylar hakkında düşüncelere daldı. Yaşlı adamı bulmak için yola koyulmuş amacına ulaşamayınca başına yeni, anlaşılması zor maceralar gelmişti. Gizemli kişi de kendi